Τρίτη 3 Σεπτεμβρίου 2013

AKP Modelinin “Kıbrıs Versiyonu”: Neoliberalizm ve Kıbrıs Türk Toplumu

 

İslamcı Türk entelektüel Ali Bulaç, ZAMAN gazetesindeki köşesinde, siyasal islamın geleneksel Kıbrıs algısının özelliklerinden bahsettiği yazısında şunları söylüyor: “Kıbrıs’taki Türk müdahalesinin büyük bir coşku dalgasıyla karşılaşmasından hemen sonra, Halepli yaşlı bir amca,... bunun nedenlerinden en önemlisini bana şöyle açıklar; ona göre bu, 300 yıl sonra ilk kez adadaki Müslüman nüfusun ada toprağının bir parçasını –hem de küçük bir parçasını- Hristiyanların elinden almasıydı.”[1].

Yukardaki alıntıya göre, “Hristiyanların elinden alınan” küçük bir toprağı fethetmek, Türk siyasal İslam’ının algısında şekillenen, birbirinden tamamen farklı bu iki dünya arasındaki rekabette şeref meselesiydi. Bununla birlikte, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Kıbrıs’a ilişkin bugünkü stratejisini daha iyi anlamak için, bu stratejinin doğru bir tarihsel bağlam içine oturtulması gerekir. Kıbrıs’ın kuzeyinde yürütülen politikayı çözebilmek, en azından kısaca da olsa AKP’nin dünya görüşününün, açımlanmasını gerektirir –ki bu da, Soğuk Savaş, Eylül 2001 terörist saldırıları ve neoliberal yeniden yapılandırmalardan etkilenmiş ve onlar tarafından şekillenmiştir.

Neredeyse 11 yıl hükümet ettikten sonra, AKP’nin, 21.nci yüzyılın yeni dengelerini yansıtacak, onun bir parçası olacak yeni bir uluslararası dünya düzeni talebi içindededir. AKP’nin küresel dengelere dair yaptığı yeni okumanın arkasında, Batı’nın, artık dünyanın egemen siyasal ve ekonomik merkezi olmadığı inancı yatıyor. Bu düşünceye göre, 21nci yüzyıl, ticaretin, endüstriyel üretimin ve bunların sonucunda da bir kısım sermayenin Batıdan Doğuya kaymasıyla karakterize oluyor. Bu değişim ise sırasıyla, Türkiye’nin bölgesel devingenliğinin (ya da bölgedeki hareketliliğinin) çerçevesini tanımlayarak “ulusal coğrafyanın” daha ideolojik bir derinlikte anlaşılmasını etkilemiştir [2].

Bizim iddiamıza göre, AKP, İslam dünyasının, küresel rekabet içindeki konumunu ve bu konuma dair talepleri yükselterek, onun “muazzam gücü”nü yeniden üretecek süreçlerle ilişkili olarak görmektedir.  Başbakan Erdoğan’ın baş danışmanı İbrahim Kalın, Türkiye’nin bugüne kadarki dünyayı Batı-merkezli okuma ve yorumlamaya dair sorgulamaların kendisine arka çıktığını, desteklediğini öne sürüyor. Ve Kalın diyor ki; şimdi bölgede desteklenmesi gereken yeni bir Türk tarihi var[3]. Bu tarihsel anlayış yeni bir “coğrafik tasavvur”un yaratılmasını gerektirir, ki bu da sınırların geleneksel kavrayışının ortadan kaldırılabilmesini gerektirir. Kalın’ın sözleri yine oldukça aydınlatıcı: “Ulusal devleti korumanın en iyi yolu, o yokmuş gibi davranmak, hem senin sınırlarına hem de ötekilerin sınırlarına saygı duymak, fakat aynı zamanda da onlar yokmuşçasına hareket edebilmektir.”[4]

Böylece, Türkiye’nin global ekonomik yapılara entegrasyonunu sağlayacak ve Türk-İslam etkisi altında olacak bir bölge, bir jeopolitik alan ortaya çıkmıştır. Bir “ticari ülke olarak Türkiye, amaçlarını teşvik eden bir makine haline dönüşmüş İslam ve ekonomi ile birlikte, geniş bir alanı kaplayan komşu bölgelerinin ticarileşmesini yürüten lider olmak hedefindedir. Türkiye, kendi modernizasyon sürecini Müslüman Arap dünyasına ihraç etmeye çalışmaktadır. Aynı zamanda da kendini, bugüne kadar Kapitalist Batı Dünyası olarak bilinen birlikteliğe, entegre olmaya çalışan uluslararası  (Müslüman) bloğun temsilcisi olarak değiştirmekte. [5]. Dolayısıyla Türkiye, kültürel ve tarihi bağı olduğu düşünülen geniş bir bölgeye neoliberal modernizasyonu kolaylaştırmak için sürekli bir arayış içindedir.

Dolayısıyla bu teorik çerçeve içinde AKP’nin Kıbrıs’ta ve özellikli olarak Kıbrıslı Türk toplumunda yeniden yapılandırma ve üretme politikalarına bakmamız gerekmektedir. İlk ve en kolay belirleme partinin 2002, 2007 ve 2011’deki seçim öncesi programlarına bakarak anlayabiliriz. 2002’de iki egemen devlete dayalı Belçika modelinden, 2007 ve 2011’de Doğu Akdeniz’deki dengenin korunmasının gerekliliği ve KKTC’nin güçlendirilmesine yönelik açık bir değişim olduğunu söyleyebiliriz.  Peki, AKP’nin Kuzey Kıbrıs’taki yeniden yapılandırma projesinin altında yatan niyet nedir?

Türkiye Başbakanı, Kıbrıslı Türk basın mensuplarına, Haziran 2011 seçimlerindeki sloganı başka sözcüklerle tekrar edercesine, “Ustalık dönemi Kıbrıs’a da yansımalıdır” açıklamasını yaptı. Kıbrıs ve spesifik olarak Kuzey sınırları Türk-İslam modernizasyon projesinin “veri girişi” alanına dönmüştür. Nihai amaç, Kuzeydeki “eski rejimi”in yapılarını, yeni bir ideolojik çerçeve içinde farklı siyasi aktörler tarafından temsil edilecek bir düzenle değiştirmektir. Sonuç olarak, “ustalık” Kıbrıs’ta AKP’nin siyasi karakteristiklerinin ve ideolojisinin Kıbrıslı şivesidir. Bu İslam dininin neoliberal yönetimle yaptığı evliliktir.

Erdoğan’ın Kıbrıs’ını oluşturmak için uygulanan plan, Kıbrıslı Türk gazeteciler tarafından da eleştirildiği gibi, Kıbrıs’ın kuzeyindeki yapıları, basit teknokratik ekonomik değişikliklerin ötesinde bir şekilde bütünlüklü olarak değiştirmektedir. Bu plan, Kıbrıslı Türk toplumunun yargılarını önceden var olan bütün “iç gerçekliğine” dokunacak biçimde bütünlüklü bir değişimden geçirmektedir.

Eski Türkiye elçisi Şakir Fakılı 2010 yılında şöyle demişti: “Bugün KKTC 1980lerin başındaki Türkiye’yi andırıyor. Zarar yapan kamu işletmeleri ve yavaş hareket eden bürokrasi özel sektör karşısındaki engelleri oluşturuyor. Türkiye’nin bu engellerden kurtulduğu gibi KKTC’nin de bu engelleri aşma gücü vardır”. [7]. Buradaki sembolizm aşılmaz durumdadır: Kıbrıs Türk cemaati Türkiye’de Özal dönemi başlayan ancak Erdoğan hükümeti döneminde zirveye çıkan ve istikrara kavuşan aynı neoliberal reformlar yolunu izlemelidir. Bunun yanı sıra, birçok Türk İşadamı Derneklerinin raporlarında görüldüğü üzere Türkiye’nin yeni toplumsal gerçekliği Kıbrıs’ın kuzeyindeki devlet müdahalesine dayanan köhne kalkınma modeliyle bir arada yer alamaz [8].

Kıbrısın kuzeyinde yeni bir rejim kurmanın yansıması ekonomik protokoller, bir diğer deyişle “yeni hükümet modeli”dir. Temel amaçlar arasında finansman açığını düşürmek, memurların sayısını önemli ölçüde azaltmak, devletin üretimden çekilmesi ve yatırım yapması için özel sektörün teşvik edilmesi yer alır.[9].

Burada önemli bir açıklama yapılmalı: Ankara tarafından bağışlanan fonlar azalmadı, aksine arttı ama yönelimlerini değiştirdi (2001de 201 milyon dolar, 2009da 600 milyon dolar ve 2014-2015te de 1.2 milyar dolara çıkması bekleniyor)[10]. Yukarıdakinin uygulama sonuçlarından birisi de bütün göstergeleriyle Türk sermayesinin görünürlüğünü artırmaktır. İş grupları, firmalar turizm, inşaat ve enerji sektörüne akın ettiler. Türkiye’den Yatırım Danışma Konseyi gibi farklı kurumlar takdim edilirken, Türkiye’nin önemli işadamı derneklerinin de Kıbrıs’ın kuzeyinde yeniden bir hareketlilik içinde olduğu görülüyor.

Aynı bağlamda Kıbrıslı Türklerin önceden deneyimlemediği bir gelişme de yaşanıyor:  o da İslami turizm ve eğlence, ümmetçilik ve dini eğitim gayretleriyle kendini ifade eden İslami sermayenin Kıbrıs’ta faaliyet göstermesidir.

Erdoğan Kıbrıslı Türkler arasında böylesi bir stratejiyi geliştirmenin bilinçli bir tercih olduğunu şu sözlerle açıkladı: “Kuzey Kıbrıs Türk ve Müslüman bir ülkedir. Bu özelliklerden ötürü gurur duymalı ve tanıtımını yapmalıyız. Kıbrıs Rum tarafının kiliseye bu kadar adanmışlık gösterdiği bir zamanda, daha fazla câmi inşa ederek ve dini eğitimi geliştirmek suretiyle kültürel kimliğimizin daha çok farkında olmalıyız” [11]

Bu nedenle kapsamlı bir “toplumsal mühendislik” stratejisine şahit olmaktayız. Kıbrıslı Türkler arasında İslami faaliyetin pekiştirilmesi, bir yandan nüfusun niteliğindeki değişikliği yansıtmaktadır. Öte yandan, sözkonusu muhafazakar değişiklik, inşa edilmekte olan yeni siyasi rejimin temeline eşlik eden planlı bir ideolojik müdahaledir......

Bu noktada,  gelişmelere dair ikinci temel gözlem, kurulan yeni yapılar ve İslam arasındaki diyalektik ilişkiyi su yüzüne çıkarmaktadır. Kıbrıslı-Türk sağ kanat Ulusal Birlik Partisi (UBP) liderliğince uygulamaya konulan siyasi programa göre, devletin yenilenmiş yapıları İslam’ın siyasal çerçevenin bir bileşeni olmasında önemli bir role haizdir. Bu yapılar, gerçekte seküler olan bir toplumda dinin güçlenmesinin “normalleştirilmesi” için çabalamalı ve aynı zamanda ideolojik dönüşümün “barışçıl” olması için, ortaya çıkabilecek herhangi bir yeni siyasi faktörle çalışabilmelidirler. Bu bağlamda geliştirilen önlemler şunlardır: İlahiyat Okulu içeren bir İslami kompleksin Lefkoşa’ya inşası, Yakın Doğu Üniversitesi’ne İlahiyat fakültesi kurulması, Kuran kursları ve Eğitim Bakanlığı altında İslamı İlahiyat eğitimi konularından sorumlu bir bölümün kurulması.

Söz konusu süreç, ne barışçıl ne de sakin bir şekilde seyretmiştir. Bu süreç daha çok anlaşmazlık ve çatışmalarla karakterize olmaktadır. Toplumun seküler özelliğinin korunması için verilen çaba özelikle örgütlü öğretmenler, sendika hareketleri ve ilerici siyasi partiler tarafından yansıtılmıştır . Ancak Müslümanlaştırmaya karşı direnişin çok daha geniş çevreler tarafından destek aldığı da açık bir gerçektir. Kıbrıslı Türkler tarafından yapılan protestolar yalnızca sözkonusu gelişmeye ilişkin tekil bir hadise değildir. Aksine, örgütsel ve ideolojik formasyonunda kendini oldukça dinamik bir şekilde göstermekte olan günümüz Türkiye’sine karşı olan muhalefeti göstermektedir.

İlerici Kıbrıslı Türklerin konu hakkındaki tepkileri önemlidir çünkü onlar Kıbrıslı kimliklerinin korunmasını ön planda tutmuş, Türk hegemonyasının yeni çerçevesini sorgulamışlardır. Bu açıdan bakıldığında, toplumun Ankara ile olan mevcut koşullardaki ilişkisinin yasallaşmasını reddetmiş ve böylelikle Türkiye’nin Kıbrıs’ın kendi tarihine ilişkin rolünü sınırlama talebinde bulunmuşlardır.

Bu tepkiler Kıbrıslı Rum toplumu tarafından küçümsenmemelidir. Aynı zamanda “Kıbrıslı Türklerin iç meselesi” şeklinde de algılanmamalıdır. Protestolar Kıbrıslı bağlamı çerçevesinde ele alınıp, Kıbrıslı şartlarında değerlendirilmeli ve iki Kıbrıslı toplum arasındaki ilişkinin demokratik bir şekilde yenilenmesini hedefleyen yaratıcı bir diyalog için yeni bir alan oluşturmalıdır.

-------------
 

[1] Ali Bulaç, “Kıbrıs için savaşmak”, newspaper Zaman, 14 July 2010.
[2] Bülent Aras, Hakan Fidan, “Turkey and Eurasia: Frontiers of a New Geographic Imagination”, New Perspectives on Turkey, 40, 2009, p. 197. (pp. 195-217).
[3] İbrahim Kalın, “Soft Power and Public Diplomacy in Turkey”, Perceptions, Autumn 2011, Vol. XVI, No. 3, pp. 11,21. (pp. 5–23)
[4] İbrahim Kalın, “Turkey and the Middle East: Ideology or Geo-Politics?”, Private View, Autumn 2008, p. 26. (pp. 26-35)
[5] Avraham Burg, “Pax Turcica: The Rise of Muslim Democracies in the Middle East”,http://www.haaretz.com/print-edition/features/pax-turcica-the-rise-of-muslim-democracies-in-the-middle-east.premium-1.470450, 17 October 2012.
[6] “2012’ye kadar bitmezse, başımızın çaresine bakacağız”, newspaper Yeni Düzen, 19 July 2011. “Güzelyurt’u vermem”, newspaper Haberdar, 19 July 2011.
[7] “Hantal bir bürokrasi”, newspaper Kıbrıs, 24 May 2010.
[8] TÜSİAD-İŞAD, “Avrupa Birliği kapı aralığına sıkışmış bir ülke: Kuzey Kıbrıs”, March 2009, pp. 59-60.
[9] “Acı reçetede neler var?”, newspaper Yeni Düzen, 1 July 2010.
[10] Kıbrıs Postası, “TC’den KKTC’ye 1998–2010 yılları arasında 6 milyar 191 milyon TL”, 11 September 2010. Journal KUZEY, “Türkiye’den KKTC’ye 6 Milyar”, Vol. 13, December 2010, pp. 18,19.
[11] Aysu Basri Akter, “Sırada Külliyeli Kolej”, newspaper Yeni Düzen, 2 February 2012.
 

Nikos Mouduros

 

Δεν υπάρχουν σχόλια:

Δημοσίευση σχολίου