İslamcı Türk entelektüel
Ali Bulaç, ZAMAN gazetesindeki köşesinde, siyasal islamın geleneksel Kıbrıs
algısının özelliklerinden bahsettiği yazısında şunları söylüyor: “Kıbrıs’taki
Türk müdahalesinin büyük bir coşku dalgasıyla karşılaşmasından hemen sonra, Halepli
yaşlı bir amca,... bunun nedenlerinden en önemlisini bana şöyle açıklar; ona
göre bu, 300 yıl sonra ilk kez adadaki Müslüman nüfusun ada toprağının bir
parçasını –hem de küçük bir parçasını- Hristiyanların elinden almasıydı.”[1].
Yukardaki alıntıya göre,
“Hristiyanların elinden alınan” küçük bir toprağı fethetmek, Türk siyasal
İslam’ının algısında şekillenen, birbirinden tamamen farklı bu iki dünya
arasındaki rekabette şeref meselesiydi. Bununla birlikte, Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin Kıbrıs’a ilişkin bugünkü stratejisini daha iyi anlamak için, bu
stratejinin doğru bir tarihsel bağlam içine oturtulması gerekir. Kıbrıs’ın
kuzeyinde yürütülen politikayı çözebilmek, en azından kısaca da olsa AKP’nin
dünya görüşününün, açımlanmasını gerektirir –ki bu da, Soğuk Savaş, Eylül 2001
terörist saldırıları ve neoliberal yeniden yapılandırmalardan etkilenmiş ve
onlar tarafından şekillenmiştir.
Neredeyse 11 yıl hükümet
ettikten sonra, AKP’nin, 21.nci yüzyılın yeni dengelerini yansıtacak, onun bir
parçası olacak yeni bir uluslararası dünya düzeni talebi içindededir. AKP’nin
küresel dengelere dair yaptığı yeni okumanın arkasında, Batı’nın, artık
dünyanın egemen siyasal ve ekonomik merkezi olmadığı inancı yatıyor. Bu
düşünceye göre, 21nci yüzyıl, ticaretin, endüstriyel üretimin ve bunların
sonucunda da bir kısım sermayenin Batıdan Doğuya kaymasıyla karakterize oluyor.
Bu değişim ise sırasıyla, Türkiye’nin bölgesel devingenliğinin (ya da bölgedeki
hareketliliğinin) çerçevesini tanımlayarak “ulusal coğrafyanın” daha ideolojik
bir derinlikte anlaşılmasını etkilemiştir [2].
Bizim iddiamıza göre, AKP,
İslam dünyasının, küresel rekabet içindeki konumunu ve bu konuma dair talepleri
yükselterek, onun “muazzam gücü”nü yeniden üretecek süreçlerle ilişkili olarak
görmektedir. Başbakan Erdoğan’ın baş
danışmanı İbrahim Kalın, Türkiye’nin bugüne kadarki dünyayı Batı-merkezli okuma
ve yorumlamaya dair sorgulamaların kendisine arka çıktığını, desteklediğini öne
sürüyor. Ve Kalın diyor ki; şimdi bölgede desteklenmesi gereken yeni bir Türk
tarihi var[3]. Bu tarihsel anlayış yeni bir “coğrafik tasavvur”un yaratılmasını
gerektirir, ki bu da sınırların geleneksel kavrayışının ortadan
kaldırılabilmesini gerektirir. Kalın’ın sözleri yine oldukça aydınlatıcı:
“Ulusal devleti korumanın en iyi yolu, o yokmuş gibi davranmak, hem senin
sınırlarına hem de ötekilerin sınırlarına saygı duymak, fakat aynı zamanda da
onlar yokmuşçasına hareket edebilmektir.”[4]
Böylece, Türkiye’nin
global ekonomik yapılara entegrasyonunu sağlayacak ve Türk-İslam etkisi altında
olacak bir bölge, bir jeopolitik alan ortaya çıkmıştır. Bir “ticari ülke olarak
Türkiye, amaçlarını teşvik eden bir makine haline dönüşmüş İslam ve ekonomi ile
birlikte, geniş bir alanı kaplayan komşu bölgelerinin ticarileşmesini yürüten
lider olmak hedefindedir. Türkiye, kendi modernizasyon sürecini Müslüman Arap
dünyasına ihraç etmeye çalışmaktadır. Aynı zamanda da kendini, bugüne kadar
Kapitalist Batı Dünyası olarak bilinen birlikteliğe, entegre olmaya çalışan
uluslararası (Müslüman) bloğun temsilcisi
olarak değiştirmekte. [5]. Dolayısıyla Türkiye, kültürel ve tarihi bağı olduğu
düşünülen geniş bir bölgeye neoliberal modernizasyonu kolaylaştırmak için
sürekli bir arayış içindedir.
Dolayısıyla bu teorik
çerçeve içinde AKP’nin Kıbrıs’ta ve özellikli olarak Kıbrıslı Türk toplumunda
yeniden yapılandırma ve üretme politikalarına bakmamız gerekmektedir. İlk ve en
kolay belirleme partinin 2002, 2007 ve 2011’deki seçim öncesi programlarına
bakarak anlayabiliriz. 2002’de iki egemen devlete dayalı Belçika modelinden,
2007 ve 2011’de Doğu Akdeniz’deki dengenin korunmasının gerekliliği ve KKTC’nin
güçlendirilmesine yönelik açık bir değişim olduğunu söyleyebiliriz. Peki, AKP’nin Kuzey Kıbrıs’taki yeniden
yapılandırma projesinin altında yatan niyet nedir?
Türkiye Başbakanı,
Kıbrıslı Türk basın mensuplarına, Haziran 2011 seçimlerindeki sloganı başka
sözcüklerle tekrar edercesine, “Ustalık dönemi Kıbrıs’a da yansımalıdır”
açıklamasını yaptı. Kıbrıs ve spesifik olarak Kuzey sınırları Türk-İslam
modernizasyon projesinin “veri girişi” alanına dönmüştür. Nihai amaç, Kuzeydeki
“eski rejimi”in yapılarını, yeni bir ideolojik çerçeve içinde farklı siyasi
aktörler tarafından temsil edilecek bir düzenle değiştirmektir. Sonuç olarak,
“ustalık” Kıbrıs’ta AKP’nin siyasi karakteristiklerinin ve ideolojisinin
Kıbrıslı şivesidir. Bu İslam dininin neoliberal yönetimle yaptığı evliliktir.
Erdoğan’ın Kıbrıs’ını
oluşturmak için uygulanan plan, Kıbrıslı Türk gazeteciler tarafından da
eleştirildiği gibi, Kıbrıs’ın kuzeyindeki yapıları, basit teknokratik ekonomik
değişikliklerin ötesinde bir şekilde bütünlüklü olarak değiştirmektedir. Bu
plan, Kıbrıslı Türk toplumunun yargılarını önceden var olan bütün “iç
gerçekliğine” dokunacak biçimde bütünlüklü bir değişimden geçirmektedir.
Eski Türkiye elçisi Şakir
Fakılı 2010 yılında şöyle demişti: “Bugün KKTC 1980lerin başındaki Türkiye’yi
andırıyor. Zarar yapan kamu işletmeleri ve yavaş hareket eden bürokrasi özel
sektör karşısındaki engelleri oluşturuyor. Türkiye’nin bu engellerden kurtulduğu
gibi KKTC’nin de bu engelleri aşma gücü vardır”. [7]. Buradaki sembolizm
aşılmaz durumdadır: Kıbrıs Türk cemaati Türkiye’de Özal dönemi başlayan ancak
Erdoğan hükümeti döneminde zirveye çıkan ve istikrara kavuşan aynı neoliberal
reformlar yolunu izlemelidir. Bunun yanı sıra, birçok Türk İşadamı
Derneklerinin raporlarında görüldüğü üzere Türkiye’nin yeni toplumsal
gerçekliği Kıbrıs’ın kuzeyindeki devlet müdahalesine dayanan köhne kalkınma
modeliyle bir arada yer alamaz [8].
Kıbrısın kuzeyinde yeni
bir rejim kurmanın yansıması ekonomik protokoller, bir diğer deyişle “yeni
hükümet modeli”dir. Temel amaçlar arasında finansman açığını düşürmek,
memurların sayısını önemli ölçüde azaltmak, devletin üretimden çekilmesi ve
yatırım yapması için özel sektörün teşvik edilmesi yer alır.[9].
Burada önemli bir açıklama
yapılmalı: Ankara tarafından bağışlanan fonlar azalmadı, aksine arttı ama
yönelimlerini değiştirdi (2001de 201 milyon dolar, 2009da 600 milyon dolar ve
2014-2015te de 1.2 milyar dolara çıkması bekleniyor)[10]. Yukarıdakinin
uygulama sonuçlarından birisi de bütün göstergeleriyle Türk sermayesinin
görünürlüğünü artırmaktır. İş grupları, firmalar turizm, inşaat ve enerji
sektörüne akın ettiler. Türkiye’den Yatırım Danışma Konseyi gibi farklı
kurumlar takdim edilirken, Türkiye’nin önemli işadamı derneklerinin de
Kıbrıs’ın kuzeyinde yeniden bir hareketlilik içinde olduğu görülüyor.
Aynı bağlamda Kıbrıslı
Türklerin önceden deneyimlemediği bir gelişme de yaşanıyor: o da İslami turizm ve eğlence, ümmetçilik ve
dini eğitim gayretleriyle kendini ifade eden İslami sermayenin Kıbrıs’ta
faaliyet göstermesidir.
Erdoğan Kıbrıslı Türkler
arasında böylesi bir stratejiyi geliştirmenin bilinçli bir tercih olduğunu şu
sözlerle açıkladı: “Kuzey Kıbrıs Türk ve Müslüman bir ülkedir. Bu özelliklerden
ötürü gurur duymalı ve tanıtımını yapmalıyız. Kıbrıs Rum tarafının kiliseye bu
kadar adanmışlık gösterdiği bir zamanda, daha fazla câmi inşa ederek ve dini
eğitimi geliştirmek suretiyle kültürel kimliğimizin daha çok farkında olmalıyız”
[11]
Bu nedenle kapsamlı bir
“toplumsal mühendislik” stratejisine şahit olmaktayız. Kıbrıslı Türkler
arasında İslami faaliyetin pekiştirilmesi, bir yandan nüfusun niteliğindeki
değişikliği yansıtmaktadır. Öte yandan, sözkonusu muhafazakar değişiklik, inşa
edilmekte olan yeni siyasi rejimin temeline eşlik eden planlı bir ideolojik
müdahaledir......
Bu noktada, gelişmelere dair ikinci temel gözlem, kurulan
yeni yapılar ve İslam arasındaki diyalektik ilişkiyi su yüzüne çıkarmaktadır. Kıbrıslı-Türk
sağ kanat Ulusal Birlik Partisi (UBP) liderliğince uygulamaya konulan siyasi
programa göre, devletin yenilenmiş yapıları İslam’ın siyasal çerçevenin bir
bileşeni olmasında önemli bir role haizdir. Bu yapılar, gerçekte seküler olan
bir toplumda dinin güçlenmesinin “normalleştirilmesi” için çabalamalı ve aynı
zamanda ideolojik dönüşümün “barışçıl” olması için, ortaya çıkabilecek herhangi
bir yeni siyasi faktörle çalışabilmelidirler. Bu bağlamda geliştirilen önlemler
şunlardır: İlahiyat Okulu içeren bir İslami kompleksin Lefkoşa’ya inşası, Yakın
Doğu Üniversitesi’ne İlahiyat fakültesi kurulması, Kuran kursları ve Eğitim
Bakanlığı altında İslamı İlahiyat eğitimi konularından sorumlu bir bölümün
kurulması.
Söz konusu süreç, ne
barışçıl ne de sakin bir şekilde seyretmiştir. Bu süreç daha çok anlaşmazlık ve
çatışmalarla karakterize olmaktadır. Toplumun seküler özelliğinin korunması
için verilen çaba özelikle örgütlü öğretmenler, sendika hareketleri ve ilerici
siyasi partiler tarafından yansıtılmıştır . Ancak Müslümanlaştırmaya karşı
direnişin çok daha geniş çevreler tarafından destek aldığı da açık bir
gerçektir. Kıbrıslı Türkler tarafından yapılan protestolar yalnızca sözkonusu
gelişmeye ilişkin tekil bir hadise değildir. Aksine, örgütsel ve ideolojik
formasyonunda kendini oldukça dinamik bir şekilde göstermekte olan günümüz
Türkiye’sine karşı olan muhalefeti göstermektedir.
İlerici Kıbrıslı Türklerin
konu hakkındaki tepkileri önemlidir çünkü onlar Kıbrıslı kimliklerinin
korunmasını ön planda tutmuş, Türk hegemonyasının yeni çerçevesini
sorgulamışlardır. Bu açıdan bakıldığında, toplumun Ankara ile olan mevcut
koşullardaki ilişkisinin yasallaşmasını reddetmiş ve böylelikle Türkiye’nin
Kıbrıs’ın kendi tarihine ilişkin rolünü sınırlama talebinde bulunmuşlardır.
Bu tepkiler Kıbrıslı Rum
toplumu tarafından küçümsenmemelidir. Aynı zamanda “Kıbrıslı Türklerin iç
meselesi” şeklinde de algılanmamalıdır. Protestolar Kıbrıslı bağlamı
çerçevesinde ele alınıp, Kıbrıslı şartlarında değerlendirilmeli ve iki Kıbrıslı
toplum arasındaki ilişkinin demokratik bir şekilde yenilenmesini hedefleyen
yaratıcı bir diyalog için yeni bir alan oluşturmalıdır.
-------------
[1] Ali Bulaç, “Kıbrıs
için savaşmak”, newspaper Zaman, 14 July 2010.
[2] Bülent Aras, Hakan
Fidan, “Turkey and Eurasia: Frontiers of a New Geographic Imagination”, New
Perspectives on Turkey, 40, 2009, p. 197. (pp. 195-217).[3] İbrahim Kalın, “Soft Power and Public Diplomacy in Turkey”, Perceptions, Autumn 2011, Vol. XVI, No. 3, pp. 11,21. (pp. 5–23)
[4] İbrahim Kalın, “Turkey and the Middle East: Ideology or Geo-Politics?”, Private View, Autumn 2008, p. 26. (pp. 26-35)
[5] Avraham Burg, “Pax Turcica: The Rise of Muslim Democracies in the Middle East”,http://www.haaretz.com/print-edition/features/pax-turcica-the-rise-of-muslim-democracies-in-the-middle-east.premium-1.470450, 17 October 2012.
[6] “2012’ye kadar bitmezse, başımızın çaresine bakacağız”, newspaper Yeni Düzen, 19 July 2011. “Güzelyurt’u vermem”, newspaper Haberdar, 19 July 2011.
[7] “Hantal bir bürokrasi”, newspaper Kıbrıs, 24 May 2010.
[8] TÜSİAD-İŞAD, “Avrupa Birliği kapı aralığına sıkışmış bir ülke: Kuzey Kıbrıs”, March 2009, pp. 59-60.
[9] “Acı reçetede neler var?”, newspaper Yeni Düzen, 1 July 2010.
[10] Kıbrıs Postası, “TC’den KKTC’ye 1998–2010 yılları arasında 6 milyar 191 milyon TL”, 11 September 2010. Journal KUZEY, “Türkiye’den KKTC’ye 6 Milyar”, Vol. 13, December 2010, pp. 18,19.
[11] Aysu Basri Akter, “Sırada Külliyeli Kolej”, newspaper Yeni Düzen, 2 February 2012.
Nikos Mouduros
Δεν υπάρχουν σχόλια:
Δημοσίευση σχολίου