Troyka’nın memorandumu ve Kıbrıslırum emekçilere
dayatılan kuşkusuz acı verici koşullar hakkında çok şey söyleniyor ve
yazılıyor. Bu konuda yapılan dezenformasyon sadece Kıbrısrum
toplumunu hedef almamaktadır. Kıbrıstürk toplumu da kapitalist kriz gibi önemli
konular hakkında yapılan somut dezenformasyonun “kurban”ıdır.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin son iki yıl içinde bulunduğu
kötü ekonomik durumun bazı büyük Kıbrıs bankalarının Yunanistan ekonomisine
yaptıkları aşırı derecede büyük yatırımların sonucu olduğu öncelikle dikkate
alınmalıdır. Yunanistan ekonomisinin çöktüğü bir dönemde Kıbrısrum bankacılık
sistemi Yunan tahvillerini satın alarak fırsatçı bir şekilde kazanç sağlamaya
karar verdi. Çok karakteristik olarak, altı ay içinde, 2009’un Ekim ayından
2010’un Nisan ayına kadar, Kıbrıs Bankası 2 milyar avro değerinde tahvil satın
aldı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bankacılık sektörünün Gayri Safi Yurtiçi
Hâsıla’nın sekiz katı büyüklüğünde olduğu göz önüne alındığında, sermayenin
açgözlülüğünün yol açtığı zarar daha kolay algılanabilir.
2011 yılından itibaren devlet uluslararası kredi piyasalarından
kredi alamazken, “derecelendirme kuruluşları”nın 2010’dan itibaren Kıbrıs
Cumhuriyeti’nde yaşanan krizin, bankaların yaptıkları tercihlerin sonucu
olduğunu vurgulamaları hiç de tesadüfî değildir. Nitekim Hristofyas hükümetinin
bilinen Destek Mekanizması’na başvuruda bulunma zorunda kalmasının tek nedeni
de budur.
Troyka’nın Kıbrıs’a geldiği andan itibaren, bu
yapının koşullarının içeriğine ilişkin olarak Sol güçlerin hiçbir sahte
beklentisi ya da yanılsaması yoktu. Kaldı ki bu konuda örnekler oldukça çoktur.
Troyka ve reçeteleri, özünde kapitalist gelişmenin en üst aşamasını özelliklerini
yansıtmakta ve bu aşama da güçlü devletlerin yeni sömürgecilik metotlarını
uygulamalarının yolunu açmaktadır. Uygulanan politikalar durgunluğa,
çalışanların yaşam düzeylerinin düşürülmesine, sosyal devletin lağvedilmesine,
çalışma ilişkilerinin sermayenin çıkarına yeniden yapılandırılmasına ve
çokuluslu şirketlerin kazancının yoğunlaşmasına kârlarının artmasına yol
açmaktadır. Doğal olarak Hristofyas hükümetine Troyka’nın yaptığı ilk önerileri
de tamamen bu muhafazakâr neoliberal çerçeve içerisinde olan önerilerdi.
Bu koşullarda, Dimitris Hristofyas hükümetinin
önünde üç seçenek vardı: 1. Memorandumun kabul edilmemesi ve müteakiben
devletin ödemelerinin durması ve çöküşü. 2. Troyka’nın tüm koşullarını kabul
edip yeni sömürgeci anlayışına ve muhafazakâr koşullarına teslim olması. 3.
Onurlu bir müzakere mücadelesi vererek, ikna etmeyi hedeflemesi ve yapılacak
olan fedakârlıklar acı verici olsa da çalışanların stratejik çıkarlarını
koruması. Sonuçta Hükümet üçüncü ve en zor seçeneği seçti. Bu çerçevede,
verilen mücadelelerle bazı önemli hususlarda başarı sağlandı.
Hristofyas hükümeti enerji kaynaklarında Kıbrıs’ın
tam denetimini korudu ve sonuç olarak gelecekte bunların değerlendirilmesini
güvence altına aldı. Bu, ekonomik güçsüzlükten yararlanarak ülkenin zengin
kaynaklarını denetimleri altına almayı isteyen bazı güçlü uluslararası
faktörlerin ve tekellerin açık yenilgisini teşkil etmektedir. Aynı zamanda bu, doğal
gazın gelecekte Kıbrıs sorununun çözümü için katkısını da korumaktadır.
Enerjinin özel sektöre olası devri bu kaynakların merkezi denetiminin federal
hükümette olmasının ortadan kaldırılması anlamına da gelecekti.
Bunlara paralel olarak, hükümet kâr eden yarı
kamusal kuruluşların özelleştirilmesini de bu ilk aşamada önlemiş oldu.
Uluslararası Para Fonu’ndan borçlanma ihtiyacı içerisinde olan bir ülkede
böylesi bir şey ilk kez başarılmaktadır. Bu, alternatif bir örneğe yol
açmaktadır ve Uluslararası sermayenin muhafazakârlığına bir yanıtı teşkil
etmektedir.
Sonuç olarak, Cumhurbaşkanı Hristofyas çalışma
ilişkilerini tamamen ve kalıcı bir şekilde altüst edecek neoliberal taleplere
karşı direnmeyi başardı. Çalışanların mücadeleleriyle elde ettikleri Eşel Mobil
sisteminin uygulanmasına ve 13. maaş gibi kazanımlara sınırlamalar gelse de,
bunlar lağvedilmemektedir. Bu da emekçilerin talep etme mücadelelerinin
durmaması için bir perspektif açmaktadır.
Tehlikelerden kesin olarak kaçınıldığını elbette
hiç kimse iddia edemez. Kıbrısrum toplumunun yoksul katmanları açısından zor durum
varlığını korumaya devam etmektedir ve Kıbrısrum sermayesinin saldırganlığının
devam edeceği de kesindir. Bu çerçevede, işçi hareketi sosyal ve ekonomik
haklarını savunmak ve gelecekte genişletmek için örgütlülüğünü güçlendirmeye
çağrılmaktadır.
Nikos Muduros
Yeni Düzen 16.12.2012
Δεν υπάρχουν σχόλια:
Δημοσίευση σχολίου