Türkiye Dışişleri Bakanı 2012 Şubatında yaptığı bir
açıklamada, KKTC’nin ekonomik reformlar yapabilmesi için, bir merkez tarafından
alınacak kararları daha alt kademelerin reddedememesini sağlayacak şekilde devletin
işleyişinin değişmesinin gerekli olduğunu söylemişti. Davutoğlu bu sözleriyle
Kıbrıs’ın kuzeyindeki yapıların varlığının, işleyiş biçimlerinin ve hizmet
ettikleri hedeflerin kapsamlı bir biçimde yeniden değerlendirilmesi
gerekliliğine işaret ediyordu. Kısacası bu sözlerde bütünsel bir neoliberal
dönüşüm çabasının çekirdeği saklıydı.
Bu dönüşümün hedefi işgal altındaki bölgede
kurulmuş olan yapıların karakterinin değil, yeni bir siyasal-ideolojik düzenin
oluşturulmasına hizmet edecek şekilde işleyiş biçimlerinin değiştirilmesidir. İşgal
altındaki bölgenin Türkiye sermayesine daha fazla açılması, siyasal yapının bu
yeni ekonomik kurallara uyacak şekilde düzenlenmesi ve hedeflenen değişimin
siyasi aktörlerinin yaratılması böylesi bir değişimin ana özelliklerini teşkil
etmektedir. Bilinen üç yıllık mali protokoller yukarıda değinilen hedeflerin
yaşama geçirilmesinin araçlarıdır. Bu protokoller sadece bazı “teknik
direktifleri” içeren belgeler olarak değil, bilakis neoliberal yönde kapsamlı
ve bütünsel siyasi programlar olarak algılanmalıdır.
Bunlara paralel olarak, Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye
ile mevcut ilişkileri nedeniyle de, bu “çağdaşlaşma” modelinin Türkiye’de hükümette
olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin izlediği reçetenin temel karakteristik bir
özelliğini, yani bugünkü Türk siyasi İslamcılığıyla neoliberalizmin
bağlantısını de beraberinde Kıbrıs’a getirmekte olduğu kaydedilmelidir. Dolayısıyla
bu protokollerin ifade ettikleri politikanın içeriğinin ve bunların tüm Kıbrıs
halkı açısından yol açacakları sonuçların yanı sıra, bu somut politikanın
Kıbrıstürk toplumu içerisinde meşrulaştırılması çabasının da deşifre edilmesi de
önem taşımaktadır.
Bu politikanın uygulanmasının sonuçlarının ortaya
çıktığı ilk aşamada Kıbrıstürk toplumunun siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan marjinalleştirildiği
açıkça görülmektedir. İkinci aşamada ise, Türkiye hükümetinin ideolojik-politik
hegemonyasının sağlanması için yoğun bir çabanın ortaya koyulduğu
gözlemlenmektedir. Bu hegemonya sadece güçlü olanın güçsüz olana dayatmaları
aracılığıyla değil, aynı zamanda güçsüz olanın rızasının ve onayının alınması aracılığıyla
da kurulmaktadır. Yani yaratılan siyasal, ideolojik
ve hatta ahlaki koşullar içerisinde güçlü olanın isteğinin ve siyasi
programının kabul edilmesi doğal, “sağduyu”nun ürünü ve doğru bir tercih olarak
sunulmaktadır.
2011 yazında Erdoğan’ın Kıbrıslıtürk gazetecilere
yaptığı Kıbrıslıtürklere “bizim partimiz gibi bir parti lazım” şeklindeki açıklaması
işgal altındaki bölgede kurulmakta olan bu hegemonyanın belki de en
karakteristik anını teşkil etmektedir. Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı
hakkındaki analizleri de dikkate alındığında, “tüm toplumun kendi dünyası” gibi
görmesini istediği “kendi dünyası”nı AKP’nin Kıbrıs’ta da kurmayı arzuladığı
görülmektedir. Bu yolla kendi iradesini kolektif “milli irade” olarak sunabilecek
ve bunun aracılığıyla da adanın kuzeyinde yeni siyasal rejimin uzun ömürlü ve
istikrarlı olmasını sağlayabilecektir.
Kıbrıstürk toplumuyla tarihi önemdeki kopmanın da
işte bu noktada olduğu görülmektedir. AKP toplumun rızasını ve onayını almak için
ihtiyaç duyduğu “yeni” aktörleri öne çıkarma hedefiyle siyasal partilere dahi
müdahale etmektedir. Ancak Kıbrıstürk toplumunun ilerici kesimleri buna karşı direnmeye
devam etmektedir. 2011’deki kitlesel eylemlerin “bu memleket bizim, biz
yöneteceğiz” sloganı AKP’nin muhafazakâr hegemonyasına karşı Kıbrıslıtürk
ilerici güçlerin kendi iradeleriyle yanıt vermeyi amaçladıklarını
göstermektedir. AKP’nin dönüştürme planına karşı Kıbrıslıtürk ilericiler kendi
değişim programını öne çıkarmaktadırlar. 2011 eylemlerinin ardından
Kıbrıslıtürk muhalefet güçleri bu aşamada yenik durumda görünüyorlarsa da, şu
tartışma götürmez bir gerçektir ki, Kıbrıslıtürk ilerici demokrat güçler
toplumlarının Türkiye ile ilişkilerinin nitel değişim gereksinimini net bir
biçimde ortaya koydular. Bu başarı tüm Kıbrıs tarihini belirleyici bir şekilde
etkilemektedir ve Kıbrısrum toplumu da buna ilgisiz kalmamalıdır.
Nikos Muduros
Yeni Düzen Gazetesinde yayınlanmıştır, 18.11.2012
Δεν υπάρχουν σχόλια:
Δημοσίευση σχολίου