07 Ağustos 2013
İslam’ın siyasi programda
öne çıkarılmasının yol açabileceği sonuçların anlaşılmasıyla, dine ilişkin
atıflar yeni partinin siyasi muhafazakârlığının altının çizilmesi noktasına
indirgendi. Erdoğan İslam dininin, artık partinin temel referansını teşkil etmesine
son verildiğini ve sadece muhafazakârlığının bir yapısal öğesi olduğunu
gösterme çabası ile “Dini, dindarları ve dini değerlerin toplumsal işleyişini
kabul eden bir parti ile dini devlet organlarının katkısıyla ideolojiye
dönüştürme aracılığıyla toplumun zorunlu değişimini hedefleyen bir parti
arasında büyük bir fark vardır” diye vurguluyordu.
Bu arada, (örneğin Kıbrıs
sorunundaki, Avrupa Birliği’ndeki ve Irak’taki gelişmeler gibi) ülkenin büyük
sorunlarla karşı karşıya olduğu bir dönemde, partinin kuruluşundan sadece 15 ay
sonra iktidarı devralması bir an için partinin ideolojik temeline yönelik
çalışmaların aleyhine işleyecekmiş gibi göründü. Bu boşluk 2004’ün Ocak ayında
yapılan “Muhafazakâr Demokrasi” uluslararası sempozyumun organizasyonu ile dolduruldu.
Sempozyum, Türkiye “Liberal Düşünce Topluluğu”nun katkısıyla düzenlendi ve
merkezinde AKP’nin ideolojik “manifestosu” olarak muhafazakâr demokrasinin
geliştirilmesi konusu vardı. Partinin temel teorisyenlerinden biri ve
muhafazakâr demokrasi hakkındaki metnin yazarı olan Yalçın Akdoğan tarafından
daha sonra iddia edildiğine göre, partinin o dönemde iktidarda olması ideolojik
programda daha fazla “realizm”in olması yönünde katkıda bulunduğundan dolayı
bir avantajı teşkil etti. Erdoğan sempozyumun açılışında “bu çalışma,
demokratik bir çerçevedeki muhafazakârlık olarak tanımladığımız siyasi
düşünceyi kodlayarak, Türk siyasal yaşamına muhafazakâr demokrasi anlayışını
vermeyi hedeflemektedir” diyerek, partisinin Türk siyasi hayatında çok
bilinmeyen, nispeten yeni bir siyasi teorinin yerleşmesini hedeflediği mesajını
veriyordu.
İki boyutlu “muhafazakâr
demokrasi” aracılığıyla, parti Türkiye’nin kültürel tecrübesi anlamında
muhafazakâr, ancak çağdaş kurumların savunulması anlamında demokrat olacak bir
ideolojik temeli belirlemeyi arzuladı. Bu çerçevede, Türkiye’nin aynı
geleneksel değerleri, tarihi ve kültürel referansları çağdaş ve modern
kurumlara tamamen uyacağından, ülkenin “modernleşmesi” için bir araca
dönüştürüldü. Erdoğan “AK Parti’nin muhafazakârlıktan anladığı, mevcut kurum ve
ilişkilerin korunması değil, bazı değerlerin ve kazanımların korunmasıdır.
Koruma ise değişime ve ilerlemeye kapalı olma değil, özü yitirmeden gelişmeye
uyum sağlamaktır” diye vurgulayarak, bu şekilde Türkiye’nin kendine özgü
geleneksel değerlerinin ekonomik ve siyasi kalkınma yönünde bir araca
dönüştürülmesine işaret ediyordu.
Bu anlamda, AKP’nin
muhafazakârlığı Türkiye’nin kültürel değerlerini değişimleri motive edecek güç
olarak öne çıkaran bir düzeyde gelişiyordu ve dolayısıyla dış baskılar ve
eksenler reform sürecinin temel kısmını teşkil etmiyordu. Abdullah Gül,
partinin resmi olarak kuruluşundan önce beklenmedik bir zamanda “Biz
Türkiye’nin siyasi bir transformasyon geçireceğine inanıyoruz. Bu süreçte iki
akım olacak. Biri dışarıdan gelen tazyikle transformasyona yönelen akım, diğeri
ise yerli akım. İç dinamiklerle transformasyonu sağlayacak akım. İşte biz bu
akımı temsil edeceğiz ve bütün Türkiye’yi kucaklayacağız” diyordu.
Ancak Türkiye’nin
geleneksel değerlerinin öneminin korunması yoluyla değişim, yani muhafazakâr
demokrasinin sözünü verdiği süreç, radikal bir süreç değildi. Tam tersine
radikalizm partinin ideolojik çerçevesinde reddedilmekteydi. Türkiye’deki
siyasi transformasyon kapitalist sistemin yerleşik anlayışlarının ve
yapılarının eşliğinde ve aşamalı bir şekilde olmalıydı. Mevcut yapıları
sarsmadan, ülkenin siyasi yaşamında bu tür bir değişikliğin başarılması için
direkt çatışma değil, uzlaşma gerekiyordu. Yani Kemalist düzen ile Kemalizm’in
“modernleşmesine” götürecek yenilenmiş bir ilişki şarttı. Partinin
muhafazakârlığı bu önemli yanı da içeriyordu. Akdoğan siyasetin bir uzlaşma
alanı olduğunu ve dolayısıyla toplumsal düzeydeki farklılaşmaların, Türkiye’nin
zenginliğini teşkil etmeleri için, karşılıklı saygı ve karşılıklı anlayışla
yansıtılmaları gerektiğini söylüyordu. Tam da bu sebepten dolayı AKP “radikal
değişim karşısında, evrimsel değişimi desteklemekte, radikalizm karşısında
ılımlılığı temel almakta ve geleneğin, ailenin ve geçmişin bütün sosyal kazanımlarının
korunmasının gerekliliği inancındaydı”.
Nikos Moudouros
(devam edecek)
Δεν υπάρχουν σχόλια:
Δημοσίευση σχολίου