Τετάρτη 31 Οκτωβρίου 2012

“Sıfır sorun politikası”nın gerçek yüzünün ortaya çıkması

İstanbul’daki Topkapı Saray’ının ana giriş kapılarından biri olan Bab-ı Hümayun’un sağ tarafında “Hakk’ın yeryüzündeki gölgesi”, sol tarafında ise “mazlumların sığınağı” yazılıdır. Osmanlı Sarayı’nın bu mermer kitabeleri Bâb-ı Âli’nin birkaç asır önce yaygınlaşmasını üstlenmiş olduğu “adalet ve ahlak” hakkında imparatorluğun yayılmacı bir anlayışına doğrudan gönderme yapmaktadır. Türk dış politikasının geniş ideolojik çerçevesi içerisinde ele alındığında, bu ifadelerin, daha öncesine nazaran çok daha güncel oldukları görülmektedir. Ancak Türk dış politikasının ve ülkemiz açısından bu politikanın sonuçlarının yol açtığı çıkmazların yorumlanmasına yönelik bir çabada, çoğunun hatta somut bir içerik dahi vermeksizin “yeni Osmanlıcılık” diye adlandırdıkları kavramın tek çerçeve olarak kullanılması yanlış olur. Eğer hedef Türk dış politikasının yapısal sorunlarının çok yönlü bir biçimde incelenmesi ise, o zaman başka hususların yanı sıra, son yıllarda Türkiye’yi yöneten siyasi İslam’ın temel dünya görüşünün analizinin de yapılması gerekir. 

AKP Türkiyesi’nin en önde gelen taleplerinden biri küresel yapıların, İslamcı kültürü ve onun coğrafyasını içerecek bir biçimde yeniden biçimlenmesidir. Yani Türk hükümetine göre kendisinin temsil edebileceği görüşünde olduğu bölgeleri içerecek bir biçimde yeniden biçimlenmesidir.  Bu hedefin iki temel ekseni vardır. Birinci eksende, Ankara 21. Yüzyılın yeni güçler dengesini yansıtacak şekilde dünya tarihinin yeni bir “yorumunu” hedeflemektedir. Kısacası İslam kültürünün ve Doğu’nun çağdaş evrensel kültürün bir parçası olarak öne çıkmasını talep etmektedir. Kısa bir süre önce İstanbul Küresel Forumu’nda Erdoğan bunu “İnsanlığın geçmişi Avrupa’dan, Amerika’dan ibaret değildir. Asya, Afrika, Orta Doğu, Balkanlar, Latin Amerika ve dünyanın diğer bölgelerindeki insanların da tarih anlatımında adaletli bir şekilde yerlerini almaya hakları var” diyerek vurgulamıştır.

İkinci eksende ise, Türkiye İslami dünyanın, en azından kendisinin temsil ettiğini ileri sürdüğü kısmın küresel siyasi ve ekonomik süreçlere entegre edilmesini talep etmektedir. Bu yaklaşımda, Batı’nın artık dünyanın merkezini teşkil etmediği inancı saklıdır. Sanayi üretimi ve ticaret, dolayısıyla da uluslararası sermayenin önemli bir kısmı güç dengelerini beraberinde sürükleyerek ve “eski periferi”de yeni iktidar merkezleri yaratarak, Doğu’ya doğru kaymaktadır. Son yıllarda Türkiye’nin, G-20’ler örneğini öne sürerek, BM’nin yapısının değiştirilmesi gerektiğini vurgulaması hiç de tesadüfî değildir. Dolayısıyla Ankara’nın talebi uluslararası ilişkilerin ve ekonominin içeriğinin değiştirilmesi değil, İslami dünyanın entegrasyonu ile genişletilmesidir.

Bu iki temel eksen teorik düzeyde kalmadı. Tam aksine, “sıfır sorun” sloganı altında Türkiye bunları özellikle eski Osmanlı coğrafyasında, Orta Doğu’da, Kuzey Afrika’da ve Balkanlar’da, yani tarihsel ve kültürel erişimlere sahip olduğu görüşünde olduğu somut bir bölgede uygulamaya sokmayı hedefledi. “Yumuşak güç” (soft power) aracılığıyla, askeri dayatmanın yerini açık diplomasi ve geniş Orta Doğu bölgesinde bir “Türk rüyasının” alınıp satılmasının almasıyla, yaptıklarının meşrulaştırılmasını arttırarak, Türk hükümeti “kendi” sosyoekonomik ve siyasi çağdaşlaşma modelini ihraç etmek için önündeki tüm engelleri kaldırmayı hedefledi.

Bu noktada bazı çelişkiler ortaya çıktı. Sıfır sorun doktrini komşularla barış doktrini değildi, bilakis nüfuzunu arttırmak için bir araçtı. Bölgedeki değişikliklerin ve aynı zamanda Ankara’yı artık karakterize eden kibirliliğin yeni engeller yaratması sonucunda, “yumuşak gücün” ardından şimdi Türkiye-Suriye sınır bölgesinde “sert” askeri ifadenin ortaya çıktığı görülüyor.

Maalesef bölgede rekabetler derinleşiyor. “Resmi” açıklamalarla koyulmaya çalışılan çerçevelerin dışında ve ötesinde, kurbanları yine bölge halkları olan ilan edilmemiş bir savaş yaşanıyor.  Tüm bu nedenlerden dolayı, Türkiye’de hâkim olan anlayışları anlamak için bugün daha yoğun bir çaba gösterilmelidir. Böylesi bir çaba ülkemizin ve halkımızın yeniden birleşmesi hedefine olumlu yönde katkıda bulunarak, işgal altındaki bölgede hâkim olan karmaşık süreçlerin gerçek yüzünün ortaya çıkarılmasında da yardımcı olacaktır.

 

Νikos Muduros
Yeni Düzen Gazetesinde yayınlanmıştır, 29.10.2012

Δεν υπάρχουν σχόλια:

Δημοσίευση σχολίου